Nazmi Bilgin, yeniden Gazeteciler Cemiyeti Başkanı seçildi

04.10.2021

Gazeteciler Cemiyeti Olağan Genel Kurulu’nda tek aday olan Nazmi Bilgin, oy birliği ile yeniden başkanlığa seçildi.

3 Ekim 2021 Pazar günü Ankara Ticaret Odası’nda (ATO) toplanan Genel Kurul, saat 11.00’da Başkan Nazmi Bilgin’in açılış konuşmasıyla başladı. Bilgin, Başkanlık Divanı için verilen önergeyi divana sundu. Genel Kurulca kabul edilen önergeye göre; Divan Başkanlığı’na Yusuf Turan, Başkan Yardımcısı Mihriye Seçil Keskin ve Yazman üye Naz Akman seçildiler. Başkan Yusuf Turan, Genel Kurula katılanları, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, şehitler ile hayatını kaybeden gazeteciler için bir dakikalık saygı duruşu ve İstiklal Marşı’na davet etti.

 

Turan, “Basın özgürlüğü, özgürlüklerin anasıdır”

Divan Başkanı Turan yaptığı konuşmada, genel kurulda alınacak kararların gazetecilik sorunları ve basın özgürlüğü konusunda katkı sağlaması ve özgürlük alanının geliştirilmesine uygun ortam hazırlaması temennisinde bulundu. Turan, pandemi nedeniyle ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak olumsuz etkilerin yaşandığı bir dönemde, Gazeteciler Cemiyeti’nin teknolojinin olanakları sayesinde entelektüel zemindeki mesleki gelişmeye katkı sağladığını vurguladı.

“Basın özgürlüğü geniş tanımıyla, düşünceyi anlatma ve yayma özgürlüğü olarak diğer tüm özgürlüklerin de anasıdır” diyen Turan, basının aynı zamanda katılımcı, çoğulcu, çok sesli ve saydam demokrasinin de akciğeri olduğunu belirtti. Turan, “Basın özgürlüğü, halkın bilgi edinme ve haber alma hakkıdır, bu özgürlüğün kaynağı anayasa ve yürürlükteki yasalar, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerdir. Basın özgürlüğünün gerçek sahibi halktır. Özgürlük, kullanıcısına sorumluluk yükler ve bu nedenle özgürlük ile sorumluluk yapışık kardeş gibidir; biri yoksa, diğeri de yoktur. Bu noktada Cemiyetimizi diğer örgütlerden ayıran temel nokta, bu ikisini ortak paydada buluşturmuş olmasıdır” dedi.

 

Turan, “Bu saldırıları püskürtüp, mesleği onurlu hâle getirebiliriz”

Turan, Cemiyetin medya diplomasisi bağlamında da uluslararası ölçekte bir başarı kazandığını ifade ederek, Avrupa Birliği projeleri ile medya diplomasisini etkin bir araç olarak kullandığını söyledi. Cumhuriyetin taşıyıcı kolonlarının demokrasi, özgürlük, laiklik ve bağımsızlık olduğunu, bunlardan birinin işlevsiz kalması hâlinde cumhuriyetin içinin boşalacağını kaydetti. Turan, “Ülkenin kalkınmışlığını ve devletin saygınlığını, demokrasinin kalitesini sadece fiziki altyapılar değil, özgür basın, insan haklarına saygı, güçlü bir muhalefet, çok sesli, renkli, katılımcı, kapsayıcı ve dayanışmacı demokrasi ile yurttaşlık bilinci belirler” diye konuştu.

Yusuf Turan, Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş’u kürsüye davet etti. Durmuş, önümüzdeki dönemde, hazırlığı yapılan ve sosyal medya ile internet siteleri ile medya meslek örgütlerini de kapsayan kanuni düzenlemeye dikkat çekti. Durmuş, “Baskının aracı hâline dönüşen Basın İlan Kurumu ve RTÜK’ün üstünde bir başka yapının oluşturulacağı duyumunu aldık” dedi. Mesleği korumayı amaçlayan herkesin dayanışma ruhu içinde mücadele etmesi gerektiğini belirten Durmuş şöyle devam etti: “Türkiye’nin saygın meslek grupları içinde ilk sıralarda değiliz, siyasetçilerden sonra en güvenilmez meslek gazetecilik. Mesleğimiz zaten ayaklar altına alındı, her gün yeni bir gözaltı ve tutuklama haberinin olduğu, gazetecilerin haberlerini savunmak zorunda kaldıkları bir dönemdeyiz. Bizim yolumuz dayanışmayı güçlendirerek, gazetecilerin meslek onuruna sahip çıkmasını sağlamaktır. O şekilde bu saldırıları püskürtüp, mesleği onurlu hâle getirebiliriz ve bunu yapınca, demokrasi de yeniden gelecek.”

 

Bilgin “Sosyal medyanın sınırlandırılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi değil”

Kongre gündeminin oya sunularak kabul edilmesinin ardından, Turan, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin’i kürsüye davet etti.

Bilgin konuşmasında, pandemi nedeniyle zor günlerden geçen bir dünyada, salgından daha büyük felaketin basının yaşadığı sıkıntılar olduğunu vurguladı. Bilgin, “Yarım yüzyılı geçen meslek hayatımda darbeler, darbe teşebbüsleri ve ciddi sıkıntılı dönemlerden geçtik ama demokrasinin, insan haklarının, basın ve ifade özgürlüğünün bu denli cenderede olduğu bir dönem görmedik” dedi.

Bilgin şunları kaydetti, “Üç yıllık dönemde pek çok meslektaşımız sorgulandı, tutuklandı, hapse atıldı ve birçoğu da işsiz kaldı. Bu salonu dolduran sizleri tenzih ederek, gazetecilik maalesef güvenilirlik noktasında Gökhan Durmuş’un da dediği gibi politikacılardan sonraki sırada geliyor. Bu sorun, başlangıcından itibaren devlet kaynaklarıyla gazeteleri satın alıp onları yandaş hâle getiren bir yönetim anlayışından kaynaklanıyor. Satın alınan gazetelerde adı gazeteci olan satılık kişiler çalışmaktadır ve bu kişiler mesleğimizin bu noktada güvensiz hale gelmesinden sorumludur.

 

Bilgin, “Gazetecilik çok kutsal bir meslektir”

Gazetecilik çok kutsal bir meslektir, bizim diğer insanlardan ayrıcalığımız, gözlerimiz ve kulaklarımız sadece kendimiz için değil, belki yüzbinlerce insan için bakıyor, dinliyor ve bunları haber yapıyoruz. Meslek ikiye ayrılmış vaziyette; bir iktidar şakşakçıları dediğimiz yandaş medya bir de her zaman var olan muhalefet ama gerçeği yansıtmamak bu mesleğin en büyük ayıbıdır. Gazetelere bakıyoruz, aynı başlıkla haberler ve köşe yazıları çıkıyor. Bu mesleğe ve topluma ihanettir. Türkiye’de devletin resmi rakamlarına göre tirajlar yüzde 40’a düştü ama doğru rakam yüzde 70’lerde… Türkiye’de ciddi tiraj kaybı var ve bunu doğal karşılıyorum. İnsanlar neden aynı pencereden bakan beş gazeteyi alsın, amiral gemisi dediklerimizin tirajı bile 30 binlere düşmüş. Gazetelerin büroları kapanmış, kısaca âdeta birileri görevlendirilmiş, ‘Siz Türkiye’de pek çok şeyi batırdığınız gibi medyayı da paramparça edin’ demiş gibi bir ihanetin içindeyiz. Bu konuda bedbinliğe gerek yok ama ben muhakkak tünelin ucunda bir ışık olduğuna inanıyorum. Pandemide bile cumhuriyete sadakatle bağlı bir cemiyetin salonu doldurması bize umudu kesmediğimizi gösteriyor. Bu cemiyete her türlü düşünce girmiştir ama bir şey girmedi; korku. Her dönemde düşüncelerimizi ve cumhuriyete sadakatimizi sesimiz çıktığı kadar haykırdık ve bundan sonra da haykırmaya devam edeceğiz.”

 

Bilgin, “Çünkü Cumhuriyeti ve Atatürk’ü seviyoruz”

Bilgin, Atatürk’ün 1924 yılında basına cumhuriyetin etrafında bir çelik kale oluşturma görevi verdiğini hatırlatarak, kale gedik alsa da o kalenin burçlarında mücadeleye devam edeceklerini belirterek konuşmasını sürdürdü:

“Neden? Çünkü ülkemizi seviyoruz. Neden? Çünkü Cumhuriyeti ve Atatürk’ü seviyoruz. Neden? Çünkü mesleğimizi ve mesleğimizin onurunu seviyoruz. Devam etmek mecburiyetindeyiz… Biraz önce Gökhan Durmuş, yeni yasadan bahsetti. Sosyal medyaya düzenlemeler getirecekler, zaten nefesi az çıkan toplumu iyice havasız bırakmak için. Gazetelerin tiraj kaybetmesinden dolayı özellikle haber portallarına ulaşmaya çalışıyor halk ve iktidar bundan rahatsız olmuş, mecliste değerlendirecek. Geçen gün elime Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir kitabı geçti, sosyal medyanın sınırlandırılmasıyla ilgili… Türkiye’de Diyanet’in başka görevi yok mu? Altı yaşından 10 yaşına kadar Kuran kursuna gittim ve daha sonra diğer dinleri de merak edip, İncil ve Tevrat’ı okudum. Çok özür dileyerek, bugün bize dayatmaya çalışılan din benim okuduğum din değil, başka bir din yaratılmış ve onun peşinde gidiliyor. Sosyal medyanın kısıtlanmasına karışan Diyanet, harama, kul hakkına, hırsızlığa, yalana karşı ne söylüyor? Bunlar üç dinde de var. Sosyal medyanın sınırlandırılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi değil…

Ben ve benden büyüklerin mensup olduğu 1968 kuşağı, soluyla sağıyla bu ülkede sıkıntı yaşamış, zindana atılmış, arkasında ağlayan analar, çocuklar bırakmış ama inançlarından vazgeçmemiştir. Bu yakın tarihi okusalar, bizim ortak noktamızın bayrak, yurt sevgisi ve bu ülkenin bölünmez bütünlüğü olduğunu görürler. Bugün de böyle ve cumhuriyetin temel ilkelerinden taviz verme ihtimali olmayan bir kuşaktan gelerek, bizim cesedimizi çiğner ama inancımızı çiğneyemezler. Bizim tek yolumuz Atatürk’ün çizdiği uygarlık ve medeniyet yoludur ne ondan geçeriz ne de onun eserinden…”